11 Ocak 2013 Cuma

OAK Adası’nın Ele Geçirilemeyen Esrarengiz Definesi


OAK Adası’nın Ele Geçirilemeyen Esrarengiz Definesi
 
Orada olduğu biliniyor fakat çıkarılamıyor
1795 yılında Kanada’da Oak Adası’nda gömülü bir hazinenin bulunduğu söylentisi duyuldu. O günden beri, define avcıları, hazineyi bulmak için yaşamlarını ve servetlerini harcadılar. Aşağıda, sarfedilen çabalar ve definenin neden bulunmadığı anlatılıyor.
1795 Yılının bir yaz günü, Daniel McGinnis adlı 16 yaşında bir delikanlı, Mahone Körfezi’ni kanosuyla geçiyordu. McGinnis, Nova Scotia’nın güney kıyısındaki Mahone Körfezi’nde bir adada kıyıya çıktı. Körfezin güneydoğu kıyısı açıklarındaki bu adayı neden seçtiğini kendisi de bilmiyordu. Çünkü, yakında başka adalar da vardı. Belki de, Mc Ginnis danın farklılığından etkilenmişti. Oak (Meşe) Adası, adını, tüm adayı kaplayan sık kızıl meşe ormanından almıştı.
Ağacın dalı
McGinnis, ağaçlar arasındaki eski bir pati­kayı izleyerek adanın içlerine yürüdü. Der­ken, bir açıklığa vardı. Burada meşe ağaçları kesilmişti. Yeni yetişmekte olan ağaçlar onla­rın yerini almak üzereydi. Ancak, ne gariptir ki, açıklığın orta yerinde tek bir ulu meşe yükseliyordu. McGinnis ğacın dallarından birinin budanmış olduğunu fark etti. Budan­mış dalın çotuğu, topraktaki bir göçüğün 5 metre kadar üstünde uzanıyordu. Bu göçük nokta ile dalda gördüğü çentikler, delikanlı­nın dikkatini çekti. Bakar bakmaz göze çar­pan çentiklerin, bir iple yapıldığına hükmetti.

McGinnis, bir defineye rastladığını düşündü. Hemen oturduğu kent olan Chester’a geri döndü. Oak Adası’ndan 6 km mesafede olan Chester, Mahone Körfezi’nin doğu kıyısındaydı. Delikanlı, buradaki arka­daşlarını yardıma çağırmayı düşünüyordu.
Ertesi günü McGinnis, yanında 20 yaşın­daki John Smith ve 13 yaşındaki Anthony Vaughn’la Oak Adası’na döndü. Delikanlılar ellerinde kazma küreklerle, meşe ağacının altında çalışmaya koyuldular.

 
Oak Adası, Nova Scotla kıyıları açıklarındadır. Mahone Körfezi’nin genış dönemeci ile korunur.

Kazı başlıyor
Gevşek toprağı küreklemeye başlar başla­maz, bir iz peşinde olduklarını fark ettiler. Karşılarına çapı 4 m olan insan elinden çıkma, dairevi bir tünel çıktı. Tünelin sert kil duvarlarında kazma izleri vardı. 4 ft. aşağıda ise, kat kat taşlardan oluşan bir tabakayla karşılaştılar. Bu taşlar, Oak Adası’ndan gel­miş olamazdı. Taşları dışarı çıkarıp kazmaya devam ettiler 1O ft’e vardıklarında tünel boyunca ve yekpare meşe kütüklerin­den oluşan bir platforma ulaştılar. Kütükler
kil duvarlara sağlam bir şekilde yerleştiril­mişti. Bunları çıkarmayı başararak, kazmayı sürdürdüler.
20 ft’te ve 30 ft’te de benzer platformlar vardı. EBerinde yalnızca kazma kürek olduğu için, McGinnis ve arkadaşları daha fazla iler­leyemediler. Aslında bu kadarını yapmaları bile şaşılacak bir başarıydı. indikleri derinliği kazıklarla işaretlediler. Sonra da, destek top­lamak için Chester’a döndüler.

 
Mahone Körfezi ve Oak Adası’nın haritası. Define burada aranmaya başlandı. 1795 yılının bir yaz günü, 16 yaşındaki Daniel McGinnis kanosu ile kürek çekerek Mahone Körfezi’ni geçti ve Oak Adası’nda keşfe çıktı. Sonra da Para Çukuru’na rastladı

Tekinsiz ada
Define bulmak insanlara daima çekici gelir. Çocukların keşfi de merak uyandıran tür­dendi. Fakat ne gariptir ki, kendilerine yar­dım edecek kimse çıkmadı. Gerçekte, Oak Adası’nın karanlık bir ünü vardı. Bu ada nedense tekinsiz diye biliniyordu.
Chester’lı bir kadının annesi bölgeye ilk yerleşen kişilerdendi. Kadın bir anıdan söz etti. Vaktiyle adada ateşler ve garip ışıklar görünmüştü. Bir tekne dolusu adam, ne olup bittiğini incelemeye gitmişler. Sonra da arka­larında iz bırakmadan yok olmuşlardı. Kadına göre, akıllı bir insan bu adanın uza­ğından geçmeliydi.
Dokuz yıl sonra
Gençler, ancak 9 yıl sonra, büyüyüp birer erkek oldukları zaman, bu planı uygulamaya koyabildiler. Bekledikleri yardım, 30 yaşında hali vakti yerinde biri olan Simeon Lynds’den geldi. Lynds, Vaughn’tın kendisine anlattığı öyküden etkilenmişti. İlk ekipteki üç kişiye araştırmalarında yardımcı olmak için bir ortaklık kurdu.
Bu arada hiç değilse John Smith boş dur­mamıştı. Aradan geçen süre içinde Smith, kazdıklan yeri çevreleyen arazinin bir kısmını satın almayı becermişti. Daha sonraki 30 yıl süresince kalan kısmı da parça parça satın almayı başardı. Sonunda adanın tüm Doğu yanı, onun mülkiyetine geçecekti. İşte 1804 yılında bu grup esrarengiz Oak Adası’na böyle çıkıtlar. Oldukça azimliydiler. Yapacak­ları iş için iyi donatılmışlardı. Başaracaklann­dan emindiler.

Bu şemada, Oak Adası Para Çukuru’nun çeşitli düzeyleri görülüyor. Bu düzeyler, 1795 ile 1850 arasında birbirini izleyen, deflne peşindeki keşif gruplarınca bulundu
Para Çukuru’ndaki kazıların ‘ilk kayıtlarında, ölçü birimi olarak İngiliz ölçü standartları kullanılmıştı. Bu yazıda da, özgün ölçüler metrik eşdeğerlerine dönüştürülmedi. Alttaki dönüşüm tablosu yararlı olabilir:
1 inç = 2,5 santimetre 10 inç = 25 santimetre 1 ft. = 30 santimetre 100 ft. = 30 metre
1 mil = 1.6 kilometre
Garip platformlar
Önce çukurda birikmiş olan çamuru temizle­meleri gerekti. 9 yıl önce işaret olarak bırak­tıklan çubuklara gelince, rahat bir nefes aldılar. Aradan geçen yıllar boyunca kimse buraya el sürmemişti. Bu kez var güçleriyle çalışmaya koyuldular. 30 ft. ile 90 ft. derinlik arasında bulduklan birbirini tutmuyordu. Hem ayrıntılar, hem de sıralama yönünden farklılık vardı. Ayrıca bu bilgiler, 1804 yılı grubunun keşiflerini abartmadan değerlen­dirme imkanını veriyor.
Araştırmacılar, 40 ft. derinlikte başka bir meşe platformla karşılaştılar. Bu platform macunla kaplanmıştı. 50 ft.’te, bir kömür tabakasını kazdıktan sonra, bir başka meşe platforma rastladılar. Bu kez platformun yankları hindistancevizi elyafıyla tıkanmıştı. Sonra her 10 ft.’te bir karşılarına düzenli ola­rak platformlar çıktı. Hepsi meşedendi. Bazı­ları düzdü, bazıları macun ya da hindistancevizi elyafıyla kaplanmıştı.
Gizemli yazı
Çalışmalar devam etti. 90 ft. derinlikte yassı bir taşa çarptılar. Taş, 3 ft. boyunda ve 1 ft. genişlikteydi. Başka bir yerden getirilme­mişti, ada taşıydı. İşin en ilginç yanı, alt tara­fında okunamayan bir yazı olmasıydı. Üzerindeki garip işaretlerle bu taş, kuşkusuz çok değerli bir ipucuydu.
Ancak bu konuda biraz düşüncesizce dav­ranıldığı anlaşılıyor. John Smith taşı, adada yaptığı evin şöminesinin arkasına dikti. Bu hareketin, taşın iletmesi düşünülen mesajı koruma açısından, pek akıllıca olduğu söylenemez.
Yazı kayboluyor
Yarım yüzyıl sonra taş, Halifax’ta sergilendi. Amaç, çukurda keşif yapabilmek için daha fazla gelir sağlanmasıydı. O sırada bir yabancı diller profesörü, şifreyi çözdüğünü iddia etti. “lO ft. aşağıda iki milyon sterlin.” Bu yüzyılın başlarında ise taşı gören birisi, sonra 1935′te başka bir şey hatırladı. Son bir sözcük vardı. Ama o, taşı tekrar gördüğünde üstündeki yazı tamamen silinip gitmişti .
Sonuç, onun sözü olmalı. Hem de harfi har­fine. Çünkü o günden bu yana taşı başka gören olmadı.
Başansızlık
Aynı ekip 1805 yılı baharında, tekrar oraya dönerek, çukurun içindeki suyu boşaltmaya girişti. Çukur yanına daha derin bir başka çukur açtılar. 11O ft. düzeyine indiklerinde çukur hala kuruydu. Asıl tünelle yanlamasına giden bir başka tünel açtılar. Karşılarına ger­çek bir Niyagara çağlayanı çıktı. Canlarını kurtardıkları için şanslı sayılmaları gerekirdi. Sonraki bazı define avcıları, aynı şansa sahip olamadı.
Suyla yapılan savaş
44 yıl boyunca, Para Çukuru adı verilen bu çukura kimse el sürmedi. Ama 1849′da yeni bir ortaklık kuruldu. Bu kez, artik yaşlanan Anthony Vaughn danışman görevini almıştı. Truro ortaklık grubu (Gruba, kurulduğu kentin adı verilmişti) her iki tünelin de tıkan­dığını gördü. Ama 12 günlük sıkı bir çalışma­dan sonra asıl tüneli 86 ft.’e kadar kazdılar. Tıpkı yarım yüzyıl önce olduğu gibi, kazıcılar bir cumartesi akşamı, ferah kalple evlerine gittiler. Pazar sabahı teftişe geldiklerinde, her şey yolunda görünüyordu. Adamlar da Chester’daki kiliseye yollandılar. Gönüllerin­den taşan şükranı Tanrı’ya sunmaya gitmişlerdi.
Eğer gerçekten öyleyse, pek vakitsiz bir şükran duygusuna kapıldıkları söylenebilir. Öğleden sonra saat 14′te geri döndüklerinde, büyük bir şaşkınlık içinde, çukurun 60 ft. yük­sekliğe varan suyla dolduğunu gördüler. Çukurdaki su ile körfezin suyu aynı düzey­deydi. Suyu boşaltma çabaları, yıllar sonra “Çatalla çorba içmek kadar sonuçsuz” olarak tanımlanacaktı.
Çabalar sürüyor…
Cesaretleri kırılmayan Truro grubu, oluklu bir delgi kullanmaya karar verdiler. Bir atın çalıştırdığı bu delgi, nüfuz ettiği her şeyin örneklerini yüzeye çıkarıyordu. Böylelikle çukurda 98 ft. ‘in altında ne olduğunu kesin­likle anlayacaklardı. Suyun üstüne bir plat­form kurarak, 5 delik açtılar. Bunların birincisi, çukurun merkezinin batısındaydı. Diğerleri ise, doğu yönünde birbirini izleye­rek, çukurun çevresini dolanıyordu. Birinci delikten yalınzca çamur ve taş çıktı
Çukurdan çıkanlar
Ne var ki, üçüncüden tümüyle farklı bir sonuç alındı. Yazılı bir raporda, delgi işinin başın­daki kişi şunları belirtiyordu:
“Platform, tam eski kazıcıların kol demiri ile sondaj yaparken (1804) buldukları yerdeydi. 5 inç kalınlığındaki platformu deldikten sonra bunun ladinden olduğu anlaşıldı. Platformdan sonra delgi 12 inç aşağı düştü. Yeniden 4 inç meşeden geçti. Bunun ardından parçalar halinde 22 inçlik metal geldi. Ancak delgi, hazi­neye benzer bir şeyi yukarı çıkarmadı. Yal­nızca, eski bir saat zincirinin halkalarına benzeyen üç halka geçti elimize.
Sonra 8 inç kalınlığındaki meşeyi deldik.
Bunun birinci sandığın dibi ve bir sonrakinin üstü olduğunu düşünüyorduk. Yine bir önceki gibi, 22 santim metalden geçildi. Derken, 4 inç kalınlığında meşe, 6 inç ladin aştık. Hiçbir şey bulamadan 7 ft. boyunca da kil kazdık.”
Sahtekarlık
Beşinci ve son delikte ise işler karıştı. Ustabaşı James Pitblado’ya şöyle bir talimat verilmişti. Delgi yüzeye çıkınca, ucuna yapışmış her zer­reciği çıkaracaktı. Sonra da bunlar bir mik­roskop altında incelenecekti. Pitblado bunu yaptı gerçi, ama işin Özüne uyduğu pek söyle­nemez. Grup üyelerinden biri, onun delgiden bir şeyler çıkardığını gördü. Adam bunu yıkadı, yakından dikkatle inceledi, sonra da cebine atıverdi. Suçlanınca, keyifli bir şekilde, ortaklık yöneticilerinin bir sonraki toplantı­sına bulduklarını göstereceği cevabını verdi.
İnanılmaz bir şey ama, onun sözüne inan­dılar. Pitblado, kurul toplantısına katılaca­ğına, kendini destekleyecek birini buldu. Bu kişi, Oak Adası’nın doğu bölümünü satın alma yolunda başarısız bir girişimde bulundu. Herkes Pitblado’nun bir mücevher bulduğuna inanıyordu
Yine su basıyor
Artık Truro grubundakilerin hepsi üst üste duran iki sandığın ganimet dolu olduğuna­inanıyorlardı (haksızda sayılmazlardı). San­dıkların 58 ft. ‘in hemen altında oldukları düşünülüyordu. Bütün mesele, su konusunda doğanın inadını kırmaktaydı.
1850 yılı baharında Para Çukuru’nun 10 ft. kadar batısında yeni bir tünel açıldı. Ka­cılar, 109 ft.’e kadar katı kille karşılaştılar. Suda basmadı. Sonra, tıpkı 1805′te olduğu gibi, çukura yanlamasına giden bir başka tünel açıldı. Sonuç da aynı oldu: Birkaç dakika içinde çukuru yarısına kadar su bastı.
Su nereden geliyor?
İnanması zor ama, öykünün ancak bu nokta­sında işlerin böylesine sarpa sarmasına yol açan suyun nereden çıktığını araştırmak akla geldi. Anlatıldığına göre biri, çukurlardan birine düşmüş, su yutmuş ve suyun tuzlu olduğunu ilan etmişti.
Tüneldeki su ile Oak Adası’nı çevreleyen su arasında ilk kez o zaman bir ilinti kuruldu. İkisinin ilintisi de kolaylıkla doğrulandı. Tünellerdeki su gelgit1e yükselip alçalıyordu.
Toprağın bileşimi, doğal sızıntı ihtimalini ortadan kaldırıyordu (Zaten böyle birşeyolsa Para Çukuru’nun başlangıçta kazılması imkansız olurdu). O halde akla yakın bir tek açıklama vardı. Para Çukuru bir yeraltı geçi­diyle denizle bağıntılıydı. Ama nasıl?

Oak Adası’nda Smith’in Koyu. Deflne avcıları kazılarda belli bir düzeye her gelişlerinde Çukur’u su basmasının sırrını, burada çözmüşlerdi
Akıl almaz sistem
Cevabı bulmak zor değildi. Para Çukurundan 500 ft. uzaklıkta, en yakın kumsaldaki Smith’in Koyu’nda çabucak yapılan bir araş­tırma, her şeyi açığa çıkardı. Sular çekilince, kumlar, suyu, sıkılan bir sünger gibi akıtıyordu.” Küreklere sarılıp biraz uğra­şınca, iş anlaşıldı.
13 ft. derinlikte, çalışanlar artık iyi tanı­dıkları 2 inçlik bir hindistancevizi elyafı taba­kasıyla karşılaştılar. Bunun altında ise 5 inçlik bir deniz yosunu tabakası vardı. Sonra birbi­rini çaprazlamasına kesen, itinayla dizilmiş yassı taşlar geliyordu.
Birisi neyi saklıyor?
Günümüzün gözlemcisi, Trurolular gibi şaşırtıcı bir sonuca varmak zorunda kalıyor:
Elde çürütülmez kanıtlar olmasa, insan böyle bir sonuca gülüp geçer. Birisi, 1795′ten önce, bir şeyi saklamayı aklına koymuştu. Sonra, ya bir şans eseri olarak, ya da bile bile, Nova Scotia’nın bir körfezinde işe koyulmuştu.
Önce 100 ft.’i aşkın derinlikte bir tünel kazarak işe başladı. Sonra bu tünelle, kumsal­daki Smith ‘in Koyu arasında 500 ft. ‘lik bir başka tünel kazdı. Orada, gizli yerine yakla­şılmasını önlemek için yine gizli tuzaklar kurdu. Yani’ kumsalda akıllara durgunluk verecek kadar zekice bir “boru tesisatı” yaptı.
Tüneli, rasgele bir şekilde değil, son derece kasıtlı biçimde, bilerek doldurdu. Böy­lelikle, tünelin alt kısımlarına ulaşılmasını da imkansız hale getirdi. Sonunda, “hırsız alarmını da devreye sokup, teknesine bindi ve günbatımına doğru yelken açtı. “Çenesi düşük meşe ağacını da geride bıraktı.
Trurolu’ adamlar hayrete düşmüştü. Hak­lıydılar da tabii. Yine de çok fazla şaşırmamış­lardı. 17. ya da 18. yüzyıl insanının yaptığı bulmacayı, 19. yüzyıl insanı çözebilir diye düşünü yorlardı. Acaba öyle miydi?
Define Sırrını Ele Vermiyor
Yıllar boyunca sayısız define avcısı Oak Adası’na akın ettiler. Hepsi, Para Çukuru’ndaki görkemli ,hazineyi bulacaklarından emindiler. Fakat, çukur, sırrını ele vermemekte direndi.
 
Oak Adası, Nova Scotıa’nın kıyılanndan görülebiliyor . Ada, ince ve uzun meşe ağaçlan ile kaplı olduğundan, Oak (Meşe) Adası Ismini almış. Oak Adası’nda kimse yaşamıyor. Daha doğrusu 1795′teki ilk keşif olayından önce kimse yaşamıyordu. Geçen yıllar içerisinde, araştırmacılar adada birçok malzeme ve yapı bıraktılar. 1963′te Robert Dunfield adlı bir Amerikalı pettrolcü-jeolog bir yol yaptırttı (fotoğrafın sağ tarafında görülebiliyor). Amaç, modern kazı araçlarının taşınabilmesiydi.
TRURO GRUBUNUN define avcıları, Para Çukuru’nda görkemli bir hazine var olduğun­dan bir ara kuşkuya kapılmışlardı. Su tüneli­nin bulunması bu kuşkuları silip attı. Tünelin çok zekice yapılmış olması bir yana, çukurun inşası bile muazzam bir işti. Sıradan bir gani­meti saklamak için bu kadar zahmete girilmiş olabileceğini akıl almıyordu. Para Çukuru’n­da bir servet yatıyor olmalıydı.. Öyleyse, bu serveti ortaya çıkarmak için her türlü çabada bulunmaya değerdi.
Yine yenilgi
İşçiler, Smith’in Koyu’nda 150 feet uzunlu­ğunda bir su benti inşa ettiler. Bu bent, gelgi­tin en alçak noktası ile havza arasında, suyun gelişini kesrnek amacıyla açılmıştı. O zaman Para Çukuru’nun suyunu bir defalık kurut­mak yetip de artacaktı.
Ne yazık ki, bir gelgitte olağandışı düzeyde yükselen sular, bendi, daha tamamlan­madan sürükleyip götürdü. Truro gurubu bunun üzerine talihsizliğini yanlış bir kararlada pekiştirdi.
Devam ediyorlar
Aslında, bir bent yapımında başarıya ulaşma­nın mümkün olduğunu açıkça görmüş olma­ları gerekirdi. Çünkü esrarlı selefleri de tüneli başka şekilde kazmış olamazdılar. Oysa, ilk planlarına bağlı kalacaklarına, daha hızlı, . daha ucuza malolacak bir çözümü tercih etti­ler. Kıyı ile Para Çukuru arasındaki tüneli kesip, su akışını durdurmaya karar verdiler. Kaç tane yeni mil sokup, kaç yeni tünel kaz­dıklarına ve su tünelini nerelerde aradıklarına ilişkin raporlar oldukça karışık.
Bir ara, su tünelini bulduklarını sandılar. 35 feet derinlikteki iri bir kaya parçasını yerin­den oynatınca fışkıran sularla karşılaşmış­lardı. Gerçekte, Para Çukuru’na o kadar yakındılar ki, su tünelinin de yüzeye bu kadar yakın olması imkansızdı. Bulduklarını sandık­ları tüneli kapatmak amacıyla, kazık ve keres­teler yerleştirdiler. Fakat, Para Çukuru’nda su düzeyi zerrece değişmedi. Çabaları bu şekilde aksayınca, daha önce denenmiş bir çareye baş­vurdular. Para Çukuru’ndan 50 feet uzakta 118 feet derinliğinde bir tünel kazdılar. Sonra da yana dönüp hedeflerine doğru yollarına devam ettiler. Ne var ki, bu tecrubede selefle­rinden de şanssız çıktılar. Çünkü Para Çukuru, tünelin içine çöküverdi.
Çukur, adam öldürüyor
1859 yılında grup yeniden oluştu. Ertesi yıl yeni bir Truro ortaklığı kurulmuştu. İlk grup­taki bazı üyeler de yeni ortaklıkta yer alı­yordu. Yeni yeni miller toprağa sokularak tüneller açıldı. Tek amaçları, su tünelinden gelen suyu kesenek ya da yönünü değiştir­mekti. Hepsinde de aynı şekilde açık bir başa­rısızlığa uğradılar. Pompalarda aynı anda 63 kişi ile 33 at çalışıyordu.
1861 ‘de ise, Para Çukuru’nu kurutmak işi, artık kesinlikle üstesinden gelinmez bir görü­nüm aldığı için, buhar gücüne başvuruldu. Bu sefer de kazan patladı ve işçilerden biri haşla­narak öldü. 1865 yılına gelindiğinde ise, artık iyice boylarının ölçüsünü alan Truro grubu üyeleri, bu sefer kazıdan kesinlikle vazgeçti­ler. Yerlerini de Halifaxlı bir gruba bıraktılar. Halifaxlılar ertesi yıl yeni bir ortaklık kurdular.
Hazine ele geçmeyecek
İlk Truro grubu gibi, Halifax ortaklığı da işe akıllıca giriştiler. Bir bent inşa ederek, suyu kaynağında kurutmaya çalıştılar. Yine eskisi gibi yükselen sular, daha tamamlanmadan eserlerini yok etti. Bir kez daha eskisi gibi, bu tek başarısızlık, define avcılarının akıllıca stratejilerini yok etti.
Daha iyi bir bent yapmak gibi çetin bir işe girişeceklerine, yine Para Çukuru’na döndü­ler. Pompaladılar, kazdılar. Delikler açıp biraz daha kazdılar. Su tünelini kesmek için yanlamasına ek tüneller açtılar. Sonunda su tünelini kesmeyi başardılar ama, bu işin onlara pek hayrı dokunmadı. 4 feet’e yakın yükseklikte ve 2,5 feet genişliğindeki su tüne­linin, Para Çukuru’na 110 feet derinlikte gir­diğini keşfettiler. Yani tünel, hazinenin bulunduğu sanılan yerin 10 feet aşağısındaydı.
Ancak, su tünelini bulmakla, denizden gelen suyun akışını kesrnek arasında çok fark vardı. Bu ortaklık da 1867 yılında pes ederek, hiç adilane olmayan mücadeleyi sürdürmek­ten vazgeçti. Ortaklığın üyelerinden biri olan Isaac Blair, 1938 yılında ölürken yeğeni Fre­deriek Blair’e şunları söylüyordu:
“Gördüklerim, beni orada bu hazinenin gömülü olduğuna ikna etmeye yetiyor. Aynı zamanda, bu hazinenin kimsenin eline geçeme­yeceğine ikna etmeye de yeterli.” Peygam­berce bir kehanet! Ne var ki, yeğen Blair de, uzun süren yaşamı boyunca, Oak Adası’nın esrarını çözmek için birçok girişime katılacaktı.
Değişik bir yaklaşım
Artık başarısızlığın kaçınılmazlığı kafalara iyice yerleşmişti. Bir sonraki cesur girişime kadar da, aradan 25 yıl geçti. 1894′te Oak Adası Hazine Şirketi kuruldu. Şirketin 60 bin dolar sermayesi vardı. Prospektüsünü ise, genç Blair hazırladı. Doğrusu, prospektüs tarihi bir analiz yapma açısından oldukça akla yakındı.
Hevesli yatırımcılara şunlar deniyordu:
“Şimdiye kadar, okyanusun suyu boşaltılmaya çalışılarak vahim bir hata işlendiği açık. Çözüm ise, suyun tünelde akışını, kıyıya yakın bir yerde kesmeye çalışmaktır. Bunun için de en gelişmiş modern aygıtları kullanmak gereki­yordu. Yoksa çukurdaki suyu pompalamaya girişmenin yararı yoktu.”

Frederick Blalr’ln Oak Island Treasure Company (Meşe Adası Define Şirketi) kazıları yürütürken, Para Çukuru’nun üst kısmı. Blair ve ortakları, beş yılı aşkın bir süre boyunca, çukurdaki suyu boşaltmak için birbiri ardınca sayısız girişimde bulundular. Ne yazıkki başaramadılar
Çukur yeri kayboluyor
Daha önce defalarca yapıldığı gibi, su tünelini kesme işleminde yine bir hata işlendi. Girişim, kıyıya değil de, Para Çukuru’na yakın bir yerde yapıldı. Oysa kıyıya yakın bir noktada su tüneli elbette yüzeye yakın olurdu. Çabalar yine başarısızlıkla sonuçlandı. Derken, yine önceden olduğu gibi, Para Çukuru üzerinde çalışmaya girişildi. Bu kez işler daha da
zorlaşmıştı.
Çünkü yüz yıl süren tahribat, çukurun tam yerinin de belirsiz hale gelmesine yol açmıştı. Blair ve ortakları yine de çukuru bul­mayı başardılar. Bunun için, önceden mille açılmış tünellerden birinden bir yan tünele geçip, oradan yukarı doğru çıktılar. Su tüneli­ni, 110 feet düzeyinde Para Çukuru’na girdiği noktada keşfettiler. Ancak gelgitin basıncı, suları o düzeyde kesemeyecek kadar fazlaydı.
Nihayet, birşeylere rastlanıyor
Olayların akışına göre, artık delme vakti gel­mişti. Önce içeri 3 inç kalınlığında bir boru soktular. Boru 126 feet derinlikte demire rast­ladı. Borunun içinden aşağı bir delgi sarkıttılar. Delgi, engeli aşıp geçti. 151 feet derinlikte ise, çimento olarak tanımlanan bir şeye çarptı. 20 inç aşağıda bu kez, delgi, 5 inç kalınlığında bir meşe bölmeye rastladı.
Sonra, büyük metal nesnelere “benzeyen” bir şeylere vurdu. Burguyu ısrarla döndürüp çevirerek, bunları yerinden oynattılar. Burgu da, görünürde, aralarından kayıp geçti. Sonra gevşek bir metal tabakaya gelindi. Del­ginin bu tabakadan geçmesi daha da zor oldu. Bunun ardından, yine büyük metal nesnelerle karşılaştılar.
Birinci Truro grubu, 1897′de tahta ve metal bölmelerden geçtiğinden bu yana, gömülü bir malolduğuna ilişkin ilk kanıttı bu. Delgiciler, iki metal çubuk dizisi arasında bir tabaka, gevşek bir madeni para tabakası olduğuna hükmettiler. Üstelik de, çubukların demirden olduğunu sanmıyorlardı.

1915′lerde Para Çukuru’nda hevesle çalışan bır grup define avcısı. Blair’in kendi fonları çoktan tükenmişti ama, adaya gelen başka ortaklıklara danışmanlık görevi yapmayı sürdürdü. 1954 yılında ölene kadar Blair, ele avuca sığmayan bu definenln gün gelip bulunacağına inanıyordu.
Esrarengiz parşömen
Sonradan yapılan basit bir deney yeterli oldu. Blair, su en yüksek düzeydeyken Para Çukuru’na kırmızı boya boşalttı. Boya, Para Çukuru’ndan 600 feet uzakta üç ayrı yerde yüzeye çıktı. Ancak bu kez yüzeye çıktığı yer, adanın güney kıyısındaydı.
Bu ikinci tüneli kesmek için de, hüsranla sonuçlanan bir çabada bulunuldu. Blair, top­rağa 6 mil sokarak, altı tünel açtı. İşi bitti­ğinde, ortaklığın parası da bitmişti. Çabasının tek sonucu olarak, Para Çukuru’nun çevresi­nin bataklıktan farkı kalmadı. Öyle ki, tam yerini bulmak mümkün olmayacak gibiydi.
Ancak, birbirini izleyen bu başarısızlıklar dizisi içinde, Blair olumlu bir keşifte de bulundu. Bulduğu esrarlı bir nesne, hem kendi ortaklığının üyelerinin, hem de daha sonraki hazine avcılarının kuşkularını sildi. Artık, hiçbir kuşkuya yer bırakmamacasına, Para Çukuru’nda bir şeyler gömüldüğüne emindiler.
Delme işlemlerinden biri sırasında, burgu toprak yüzeyine, top haline gelmiş küçük bir parşömen kağıdı parçası çıkarmıştı. Kağıdı düzelttikleri zaman, üzerinde “V.I.” harfleri­nin yazılı olduğunu gördüler. Bu “harflerin ne anlama geldiği belli değildi. Ama, bu kadar büyük bir derinlikten çıkarılan bir parşömen parçasını göz ardı etmek de mümkün değildi. Mutlaka bir tür kanıtı bu! İyi ama, neyin kanıtıydı
1971 yılında Triton Alliance Company, Para Çukuru’na bir denizaltı televizyon kamerası sarkıttı. Şirket, Para Çukuru’nda 200 feet derinliğe kadar inmiştl. Yetkililer, kamerada üç sandığın yanı sıra, bir de kopmuş el göründüğünü iddia ettiler.
Define bir efsanedir
Aramaları bundan sonra sürdüren kişi, New Yorklu bir maden ve deniz mühendisi olan Yüzbaşı Harry L. Bowdoin oldu. Bowdoin işe iyi girişti. Önce Para Çukuru’nu 113 feet derinliğe kadar temizledi. Buradan aşağı bir çekirdek delgi (göbek mili) sarkıttı. Delgi, 149 feet derinlikte, çimento olduğu sanılan bir şeye çarptı. Kazıyı yürütenler adamakıllı heyecanlandılar. Acaba gerçekten su geçir­mez bir hazine odasının eşiğine mi gelmişlerdi?
Ne yazık ki, hayır. Bunu izleyen 18 feet boyunca yukarı yalnızca sarı balçık ve taş çıktı. Sonra da asıl kaya tabakası geldi. 25 delik daha açılması da hiçbir sonuç vermedi. Columbia Üniversitesi’nden uzmanlar ise, çimento sanılan madde hakkında yargılarını bildirdiler. Bu, suyun etkisiyle çukurlaşmış doğal kireçtaşıydı. Bowdoin, definenin bir efsane olduğunu söyleyerek, adayı terk etti.
Aletler bulunuyor
Daha sonra, başkaları da gelip gittiler. Ama, Para Çukuru konusundaki, hatırı sayılır olmakla birlikte, insanı öfkelendirecek kadar yetersiz bilgiye hiçbir katkıda bulunmadılar. Sonra 1931 ‘de William Chappell, bir kez daha adaya döndü. Chappel, 30 yılı aşkın bir süre önce, parşömen kağıdını’ toprak yüzeyine çıkaran delgiyi çalıştıran kişiydi. Para Çukuru’nun içinde ve yakınında kazı yaptı. Zaten eski ortağı Blair’le de çukurun yeri konusunda pek anlaşmaya varamamışlardı.
Ne var ki, Chappell, 116 ila 150 fe et arası derinliklerde, daha önceki çalışmalara ilişkin bir sürü kanıt buldu. Bir kazma, bir yağ lam­bası, bir gemi demiri tırnağı ve bir balta başı. Bu aletlerin 250 yıl öncesinden kaldığı tahmin ediliyordu. Blair’e göre, bu nesnelerin bu kadar derinlikte bulunmasının tek bir açıkla­ması olabilirdi: 100 feet derinlikte (ki, “sandıklar”ın asıl yerinin burası olduğu düşünülüyordu), doğal bir boşluk vardı. Aletler de, kuşatmanın herhangi bir noktasında bu boşluktan aşağı düşmüşlerdi.
Dipsiz kuyuyu andıran Para Çukuru’na inen tünellerden biri. 1795 yılında keşfedilmesinden bu yana, çukura yüzbinlerce dolar harcandı ve beş kişi burada hayatını kaybetti.
Yöntemler gelişiyor
Blair, doğru bir açıklama getiriyor muydu, getirmiyormuydu bilinmez. Ama bu ara­mada kaderin elinin oynadığı role doğru bir şekilde parmak basmıştı. Her başarısızlık, daha sonraki girişimlerin başarı ihtimallerini azaltıyordu. Oysa, yıllar geçtikçe define avcı­ları daha gelişmiş yöntemlerden ve donanım­dan yararlanıyorlardı. 1930′lu yılların ortalarında, New Jerseyli bir işadamı olan Gilbert Hedden, Chappel’in tünelini temiz­ledi. 170 feet’e kadar da indi.
İki mevsim süren çabalardan sonra o da pes etti. Donanımlarını, bir makine mühen­disi olan Edwin Hamilton’a sattı. Hamilton ise, 180 feet derinliğe vardı. Hazine filan bula­madı ama, 150 feet’te su tünelinin Para Çukuruna girdiği yeri keşfetti. Ayrıca tıpkı birincisi gibi, bu ikinci su tünelininde Smith’in Koyu’dan geldiği saptandı. Blair’in kırmızı boyalarının neden güney kumsalında ortaya çıktığıda anlaşılmıştı. 180 feet derinlikte, o yönden gelen ve çukurun içinden akan doğal bir dere vardı.
Çözülmemiş bir bilmece
Başansızlıklar dizisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etti. 1963 yılında ise, yenilgiye bir de trajedi eklendi. Emekliye ayrılmış bir sirk akrobatı olan Robert Restall, aramalarda hayatını kaybetti. Restall, tünelde çalışırken kullandığı pompanın egzoz dumanı yüzünden kendinden geçti. Sonunda hem Restall, hem de onu kurtarmaya gelen oğlu ve başka iki kişi daha öldü.
İki yıl sonra ise, Amerikalı bir petrol jeo­loğu olan Robert Dunfield görkemli bir giri­şimde bulundu. Hatta, 70 feet yükseklikte bir mengeneli kazıcıyı adaya getirmek için, ana-
karadan Oak Adası’na bir köprü bile yap­tırdı. Bununla, Para Çukuru’nun yerinde, 80 feet genişlikte ve 130 feet derinlikte bir çukur kazdı. Sonuç yine hüsran oldu.

1850 ile 1970 yılları arasında Para Çukuru’nda yapılan belli başlı kazılardan bazılarının ayrıntıları. Gittikçe daha gelişmiş aygıtlar kullanıldığı halde, çukur yine de sırrını vermedi. Ama birbirini izleyen her kazıda daha derinlere inmek mümkün oldu.
1970 yılında, kendine Triton Alliance Şir­keti adını veren bir grup, Dunfield’in imtiya­zını devraldı. Bir yıl sonra Triton grubu, 212 feet derinlikte içi su dolu bir çukura rastlanmıştı. Daha sonra aşağı sarkıtılan bir deni­z altı televizyon kamerasında sandığa benzeyen üç cisim görüldü. İşin ilginç yanı, sandıksı cisimlerin yanında, eti bozulmamış, kopuk bir el de duruyordu. Daha sonra mağaraya, 235 metre derinliğe dalgıçlar indirildi. Ne sandıkları ne deli bulabildiler. Artık para çukurunun bilmecesi hiç çözülemeyek gibi görünüyordu.
Kaynak:
Bilinmeyen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder